“İnsan insanın yurdudur.”
Bir yeri yurt, yuva yapan nedir gerçekten? Orada gerçekten güvende ve özgür hissetmek, diyor içim. Peki eğer dış dünyada, “yurtta”, yuvada koşullar belki her zamankinden daha muğlak, değişken, belirsiz görünüyorsa? Zemin kaygan ve sınırlar daha keskin, dört duvar arası daha dar geliyorsa?
İşte o zaman insan daha net görmeye başlayabiliyor o yurdu yurt, yuva hissettiren şeylerin zamandan-mekandan bağımsız özünü. Bir yer, bir alan’dan çok daha öte, çok daha “yakın” olduğunu. Kendi içinde, nefes alıp veren, kalbi atan, can taşıyan insan bedeninde, ve hayatın onu belki yıllar belki de an’lar önce kalben, ruhen buluşturduğu insanların varlığında, sesinde, bakışında anlam ve vücut bulduğunu. Dış dünyanın tüm gürültüsü ve kaosu sardığında ruhunu, o zaman daha başka görmeye, duymaya, hissetmeye başlıyor insan yurdun, yuvanın gerçekten ne olduğunu.
CONTINUE READING